Eylül deyince iç çekip, şöyle bir dururuz biz. Hep mi böyleydik? Evet, hep böyleydik?

Düşünceli yürüyüş zamanıdır eylül. Çatırdayan kurumuş yaprağa çıtırt sesini duymak için basmayı özlediğimiz zamandır. Ritmik şarkılar yerine melankolikleri dinlemeyi sakladığımız zamandır. Soğuk çorbadan sıcak çorbaya geçişi kutlarız Eylül’de. Anıların defteri açılır, geçmişte neyi dip köşe yapıp içimize bastırdıysak, hepsinin çıkası tutar. Acılardan, dolamamış boşluklardan etlerimiz lime lime olur, biz yine eylül deriz.

Güneşli günlerin havasında, çok neşeli kalamayız çünkü. Bu yüzdendir “Ağustos’u geçelim bana Eylül ver” deriz. Eylül’ün ne şiiri biter, ne şarkısı. Fona Alpay’ı atar, avaz avaz “Eylül’de gel” deriz.

Çünkü biz hüzün severiz. Kalbimizin en tenha köşesini gösterir eylül. Üzerimizde bir gömlek olsa, içlendiğimiz şeyler, hiç düşünmeden çıkarıp atmak isterken, hepsinin üzerimizde kalışını izleriz Eylül’de.

Tadı ayarlanmış hüzün de güzeldir ama hayat bu kadar dokusal değişim içindeyken biz neden acılar etrafında dönüp dururuz, neye tutunuruz? Eylül’ün gelişini neden değişim zamanı olarak, tuttuğumuz her şeyi, eşya, duygu, düşünce, ne varsa bırakma zamanı olarak düşünmeyiz.

Eylül, hazırlık zamanıdır. Tazelenme, deri değiştirme, ruhu yıkama, genişleme, esneme, özgürleşme, hafifleme zamanıdır. “Eylül’de gel” diye mırıldanmak yerine “Eylül’de kendine gel” demek zamanıdır.

Hadi, üşenmeyin, listeleyin. Çıkalım bu rehavet hallerden. Kaybolup gitmelerden. Bırakmak istediklerinizi listeleyin. En küçük ve en kolaylarından başlayın. Atın, yakın, yıkın, bırakın. Affedin! Kendinizi, atalarınızı, geçmişinizi, bugününüzü, yarınınızı, affedin. Bol bol yazın. Notlar alın, içinizi dökün, yakın gitsin. Ağlamak da serbest. Hırsınızı alamıyorsanız, yastık dövün. Ama bitirin. Şiddeti, hiddeti, içinizdeki çelişkiyi, kavgayı, cehennemi bitirin bu Eylül’de.

Şimdi büyük bir ooohhhh! “Hoş geldin yeni ben”, hoş geldin sepya renkli nefis sonbahar. Hoş geldin, umutlarım, aşkım, sevgim, hoş geldin benim güzel hayatım diye naralar atın.